28 Aralık 2012 Cuma

Yardım kutsaldır!



Bugün, bundan birkaç saat önce Twitter'da bir Hashtag(etiket) gördüm. #MinikEllerÜşümesin şeklinde ses duyurmaya çalışan insanlar vardı. Türkiye'nin belirli illerinde bazı öğrenci kardeşlerimiz okula kışlık kıyafetlerinden yoksun olarak gidiyorlarmış. Onlar için düzenlenen bir yardım kampanyası başlatılmış ve seslerini bu şekilde duyuruyorlarmış. Ne yalan söyleyeyim, takdir ettim. Böyle duyarlı vatandaşlar görmek insanı duygulandırıyor açıkçası. Belirli bir kargo şirketiyle anlaşılmış, ilgilenen vatandaşlar 'sadece' kışlık mont, bot ve kırtasiye malzemeleri gönderebilecekmiş. Hiçbir şekilde ücret yahut gıda malzemeleri kabul edilmiyormuş. Yaratıcılık ve iyimserlik açısından ilerlemesi hayli güzel olan bu kampanyada seslerimizi duyurmamız gerektiği kanaatindeyim. Eğer ki üzerimize onlarca, yüzlerce liralık montları, bunlardan yoksun olanları düşünmeden, empati yapmadan giyiyorsak, bu zulümden başka hiçbir şey değildir. Hem bence yurt dışındaki insanlardan önce, ülkemizdeki kardeşlerimize sahip çıkmamız ve onlarla yardımlaşmamız gerekiyor. Bu ülkede kimse başıboş değil. Bir görev olarak gördüm bunu. Anneme, kaldırdığı ve kullanmadığım tüm kışlık kıyafetleri çıkarttırdım. Bazı illerin merkezlerinde buluşma olacakmış. Oraya göndermeyi planlıyorum. Ardından elbet kardeşlerimize iletilir bunlar. Bu konuda duyarlı olmamız gerektiğini tekrar tekrar vurguluyorum. Bu mevsimde, evden çıkmadan önce üşümemek için bir kat kıyafet daha giymeyi düşünüyorsak, onların bir kat daha fazla kıyafete sahip olamadıklarını da aklımızdan çıkarmamalıyız. Açık ve net. Yardım; kime, nereye, ne üzerinden olursa olsun, her daim kutsaldır!

21 Aralık 2012 Cuma

Ah bu şiirler...



Şu dünya üzerindeki erkekler arasında, sesini kutsal sayabileceğimiz nadir insanlar var. Onlardan biri de Hakan Gerçek. O nasıl bir ses teli, o nasıl bir hakimiyet, o nasıl bir duygu? Yüreğine ve ağzına sağlık büyük tiyatrocu. O kısık ve karamsar bakışların her şeyi anlatıyor...


Hele sen, Cemal Süreya. Aşkın üstadı, kalemlerin sarrafı, dizelerin ustası, sen! Güzel uyu yerinde. En büyük mirasın, şiirlerindir!

                    ÜVERCİNKA
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu 
kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında
                    Afrika dahil                                           
                                                                              
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
                      Afrika dahil


Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
                    Afrika dahil


Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse 
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna 
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
                    Afrika dahil
                                                         
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
                    Afrika hariç değil



                                 Cemal SÜREYA

Not: Şiirin orjinalinde son bir yahut birkaç cümle; son mısranın bir satır altında, ortalanmış şekilde bulunmaktadır.

                      
                                 
                                  

19 Aralık 2012 Çarşamba

Ah bu şiirler...


Bu şiirin yazarı öyle bir tartışıldı ki zamanında... 

Kimi Turgut Uyar dedi, onun kalemine yakıştırdı; kimi anonim dedi, üzerine toz konduramadı. Lakin her ne olursa olsun okumaya da, dinlemeye de değecek cinsten bir şiir. Hem de Leyla ile Mecnun dizisinde "Hırsız Yavuz" karakteriyle boy gösteren Osman Sonant'ın sesinden. Yüreğine sağlık... Ne de güzel okumuş!


I.

kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
kaç kilo çekerdi yalnızlık
kaç kere ezildim altında
yaz yağmurlarının

belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi

bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım

herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
sırf bu yüzden mi ağladım
alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde

ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz

II.

umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

gocunmam ki ben, ben gocunmam
bir palyaço ne kara gocunmazsa
o kadar, o kadar gocunmam işte

rakı doldurun! eksilmesin

III.

bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz

hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik 
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
”duyamadım”, derdim, “tekrar et!”
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu
palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
ve ben daha bir alçak olurdum
ağlardım biraz

hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum

kahrol, kahrol!
diyorum

IV.

geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
”olur öyle” dedi palyaço,
”herkes alçaktır biraz”
”otur ulan!” dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz

”rakı doldur!” dedim, “eksilmesin!”
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim

ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim

örneğin;

geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim

ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz

V.

kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan”
dedi
bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz

bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz

VI.

haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz

18 Aralık 2012 Salı


Aylardır, hatta birkaç yıldır kafama takılan bir mesele üzerinde o kadar çok düşünüyorum ki... Geçmişte, tam gönlünden yaraladığımız, kalbine büyük yaralar açtığımız, vatan hasreti yaşattığımız bir insan görüyorum... İnsan gibi insan görüyorum. Ve her gördüğümde, içim farklı bir şekilde kanıyor, kaybettiğimiz değerlere sadece üzülüyorum...

Kim mi bu adam? Adı, Ahmet Kaya. 1957 Malatya doğumlu olan, mücadele ruhlu bu adam, etkin yılları 1980-2000 olmak üzere müziğe başlamış. Türlü zorluklarla, yoksullukla gelmiş belirli yerlere. Fakat ne yazık ki, her zaman olduğu gibi bu değerli insanın değerini bileme'miş'iz. 

İnsaniyet namına, beşeriyet aşkına bir kenara bırakalım siyasi kimliğini. Terör örgütüyle ilişkisi olduğu söylentilerini kaldıralım bir rafa. Bir süreliğine en azından. Yapmak istediklerine bakalım, yapacaklarına. Veyahut yaptıklarına...

Ahmet Kaya, ben Türk değilim dememiş. Kürt'üm de dememiş. Annesi Türk, babası Kürt olan bir insan nihayetinde. Hayatı boyunca, sanatçılığı boyunca Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmiş, Sosyalizm'in yüceliğinden, Komünizm'in öneminden söz etmiş. Daha özgür, daha hür, daha rahat ve ön yargısız vatandaşlar olabilelim diye. Biz bu temiz düşüncelere ne karşılık vermişiz? Bir ödül töreninde, Türk olduğunu reddeden bir insana davranır gibi bağıra bağıra 10. Yıl Marşı söylemişiz, "Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türk halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum." açıklamasından sonra, çatal ve kaşıklarla beraber o adamın suçsuz kişiliğine ve soyuna fütursuzca küfürler yağdırmışız. Fiilen devam etmekte olan bazı köklü(!) gazetelerce ve o gazetelerin kaynak fotoğraflarına dayanarak bölücü terör örgütü üyelerine ve yandaşlarına konser verdi gerekçesini beraberinde getirerek yargısız infaz yapmışız. Tam 10 yıl ile yargılanmasına sebep olmuşuz. Fakat ilahi adalet ki, bu görüntülerin düzmece olduğu bir süre sonra ortaya çıkmış. Ve bu yürekli insan, daha fazla dayanamayıp çok sevdiği vatanından, Paris'e gitmiş. Kaçmış desek de doğru olur zannımca. 


Orada albüm hazırlıklarını sürdürürken, 2000 yılında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiş... O öldükten yaklaşık on sene sonra, TRT gibi resmi, Türk halkını temsil eden bir kanal, Kürtler için Kürtçe yayın yapan ve Kürtçe şarkıların olduğu ulusal bir kanal çıkarmış... Ve bu kanal, günümüzde de hala yayına devam etmekte. Hepsinden ziyade, hala Türk Kürt kardeşliğini savunan binlerce insan olsa da, bunu anlamayan milyonlarca insan var... Ne yazık! On beş sene önce savunursun, itilirsin, kakılırsın; ülkenden, çok sevdiğin vatanından kovulursun yahut dayanamayıp kaçarsın, gün gelir seneler sonra ülke olarak senin lafına gelirler. Yazık, çok yazık!

Diyeceğim o ki, bizi affet Ahmet Kaya. Senin gibi düşünmeyenlerin arasından da, senin gibi düşünenler çıkar elbette. Onların hatrına, affet bizi... Şimdi, Fransa'da, vatanından uzakta, gurbet ellerde; nur, huzur(!) ve mutluluk içinde yat komunizm ve sosyalizm ruhlu adam! Yerin güzel olsun...

Ne mutlu Türk'üm diyene!

16 Aralık 2012 Pazar

Az biraz şiirlerden.

Aşkın hecelemesi ya bir kitaptadır, uzun uzun, mısra mısra anlatılır,
Ya da bir gemici düğümündedir, bir daha ayrılmamacasına, sımsıkı bağlanır.

Sevgiye, sevdaya yapılan bir misilleme, ya fantastik bir kavramdır uykusuzluk düşlerinde,
Ya da gökten elmanın düşmesidir, beklenmedik bir anda Adem'in yahut Havva'nın üstüne.

Birdenbire karşına çıkması aşkın, tesadüf veya mucize midir Tanrının lehçesinde,
Her şeyden ziyade, umut avuçlamak mıdır, karanlıklar üstünde can atan bir yıkım bahçesinde.

Umutların tükenmesi, yanan sigara külünün düşmesi midir, beklenmeden, anice,
Yoksa bir göz yanılması mıdır, korneanın sabahladığı simsiyah gözbebeğinde.

Kader gemisinin usulca limana yanaşması, perdelerin aralanmasının gizli bir habercisi midir sence?
Aksine, bir kuş yavrusunun göçmesi midir, umduğunu bulamadığı şehirden, badireler şehrine...

Şanssızlık dedikleri, gökteki bir uçağın düşüp de açtığı çukura alması mıdır seni de,
Tam tersine, sömürgeci bir pisliğin duygularını alıp da satması mıdır, geçim derdine...

Deniz dalgasının vurması kıyıya, bir öfke patlaması mıdır doğanın, güzelliklerin kirletilmesine,
Tam tersine, içine kapanık bir çocuğun ağlamaları mıdır, sonsuzluğa akıp giden duygu 'sel'inde.

Nihayetinde; gevelenmeden, dolandırılmadan yansıtılan duygu, ya bir şairin sözlerindedir, ya da bir âmânın gözlerinde...
Hepsinden ziyade, bir şairin kalemindedir belki de. 

Tertemiz, jilet gibi kağıdı yıpratan, o keskin özleminde...

"Buğra DEMİRTAŞ"

En azından bir süreliğine, burada, FUTBOLA HAYIR DİYELİM.



Ezeli rekabetten yeni çıkıldı ve tuttuğum takım olan Fenerbahçe sahadan mağlubiyetle ayrıldı. Ülke şu an, tamamen futbol konuşuyor. Ben de dahil. Lakin futbol, tüm duygularımızı coşku ve holiganizme bürüyerek bambaşka bir hal alıyor. Özellikle ülkemiz içinde. Daha üç saat önce, Kızılay Sakarya Caddesi'nde, iki adam futbol yüzünden birbirine girdi. Çok yazık. Hem de çok...

Futbolun fanatizmi hayli haz verir insana, doğrudur. Futbolla yatıp futbolla kalkmak da bir yere kadar güzeldir, hoştur lakin eğer o coşku holiganizme dönüşüverirse, canavar olur çıkarız. Bu da birçok insanı muzdarip hale getirir içten içe... 

Derim ki ben de, işlemesin bu denli futbol, içimize. Her şeyi dozunda ayar edelim kendimize. Hem ne gerek var ki futbol için; derde, kedere, üzüntüye? Diyeceğim o ki en nihayetinde, bir süreliğine, ağzımıza sakız olmuş futbolu çıkarıp atalım yere. En azından sanal alemde, kişisel portallarda. İzin vermeyelim, özü centilmenlik, sportmenlik ve ahlaki değer olan sporun bizi yiyip bitirmesine...

Haydi, gelin! Sınırlı yerlerde, sınırlı futbol muhabbetine...